İnsan Vücudundaki Duyu Organlarının Yapısı, Görevleri ve Özellikleri
İnsan vücudunda 5 temel duyu organı bulunur. Duyu organları insanın doğumundan ölümüne kadar olan süreçte çevresini anlamasını ve anlamlandırmasını sağlar. Duyu organları temelde insan vücudunun sensörleri olarak çalışır ve vücudun işlemcisi olan beyne veri sağlar. Bu veriler olmasaydı insan çevresini algılayamaz ve öğrenemezdi. Bu gelişmiş sensörler sinir sistemiyle birlikte muhteşem bir etkileşim ve uyum içerisinde çalışır. Bu sayede insanın bulunduğu evreni algılamasını mümkün olur. Bu yazı insan vücudundaki 5 duyu organının yapısını, görevlerini, özelliklerini ve nasıl çalıştıklarını detaylı olarak açıklamaktadır.
Göz
Göz, kabaca 24 mm çapında ve 6-7 gram ağırlığında bir küredir. Gözün dış ortama bakan bölümünde ışığın gözün içine girebileceği saydam yapılar bulunur. Göz küresi, iç yüzeyinde ise ışığa duyarlı fotoreseptörlere sahiptir. Bu reseptörlerce algılanan görüntü gözün arkasından çıkan optik sinir vasıtasıyla beyne iletilir. Göz küresinin büzülmeden stabil kalabilmesi için kürenin içerisinde göz içi sıvısı bulunur. Genel olarak bu şekilde bir yapılanma gösteren göz, sert tabaka damar tabaka ve ağ tabaka adındaki iç içe geçmiş 3 tabakandan meydana gelir.
Gözün Yapısı
Sert Tabaka (Tunica Fibrosa)
Gözün en dışta bulunan tabakası fibröz yani sert tabakadır. Sert tabaka adından da anlaşılacağı üzere sert yapıda ve gözün koruyuculuğu görevini üstlenen tabakadır. Yapısında bulunan kollojen lifler (başlıca tip 1 kollojen) tabakanın dayanıklı ve fibröz yapıda olmasını sağlar. Sert tabaka kornea ve sklera adındaki iki temel bölümden meydana gelir. Sklera göze dışarıdan bakıldığında beyaz olarak görünen bölümdür. Gözün arka 5/6’sını oluşturur ve kalınlığı gözün arkasına doğru artar (en arkada 1 mm) Gözü hareket ettiren kasların tendonları skleraya tutunur. Kornea ise sert tabakanın gözün ön 1/6’sını oluşturan kısmıdır. Korneanın, skleranın gözün ön bölümündeki devamı olduğu söylenebilir. Kornea ışığı geçirebilmesi için skleradan farklı olarak saydam bir yapıya sahiptir. Saydam yapısına rağmen kollojen içeriği sayesinde görece dayanıklıdır. Saydamlığı tam olarak sağlayabilmek ve görme verimini arttırmak için korneada damar bulunmaz. Korneayı oluşturan hücreler gözyaşı, göz içi sıvısı ve çevredeki damarlardan beslenir. Kornea göze gelen ışık ışınlarının ilk olarak kırılmaya uğradığı yapıdır.
Damar Tabaka (Tunica Vasculosa)
Göz küresinin sahip olduğu 3 tabakadan ortada olan, gözün beslenmesinde görevli damarları barındıran damar tabakadır. Damar tabaka koroid, iris ve silier cisim adındaki üç bölümden meydana gelir. Damar tabakanın en önde yer alan bölümü iristir. İris lensin önünde, korneanın arkasında yer alan ortası delik bir daireye benzetilebilir. Yapısında bulunan kaslar irisin ortasında bulunan açıklığın genişleyip daralmasını sağlar. Göze giren ışık miktarı bu şekilde kontrol edilir (pupil refleksi). Göze rengini veren pigment hücreleri de irisin ön bölümünde bulunur.
İris dış kenarında siliyer cisimle komşudur. Siliyer cismin yapısında bulunan kaslar (siliyer kaslar) lensin kalınlığını ayarlar ve bu şekilde uzak ve yakındaki cisimlerin net görülmesi sağlanmış olur (akomodasyon). Ayrıca göz içi sıvılardan biri olan hümör aköz, siliyer cismin bir bölgesinden salgılanır. Damar tabakanın gözün arka 5/6’sını oluşturan bölümü koroiddir. Koroid retine ile sklera arasında bulunur ve retinanın dış yarısının beslenmesini sağlar.
Ağ Tabaka (Tunica Nervosa, Retina)
Ağ tabaka göz üresinin en içte bulunan tabakasıdır. Pigment epiteli ve duyusal retinadan oluşur. Pigment epiteli yapısındaki pigment hücreleri ile ışığın göz içerisinde yansımasını önler. Duyusal retina (nöroretina) ise yapısındaki fotoreseptörlerle ışığı algılayıp sinirsel sinyallere dönüştüren tabakadır. Bu tabakada bulunan koni hücreleri renkli ışığı algılarken basil hücreleri ise görüntüyü renksiz olarak algılar. Retinanda 7 milyon koni hücresine karşılık 100 milyon basıl hücresi bulunur.
Retinanın gözün arkasında kalan bölgesinde fovea centralis adı verilen küçük bir çukurluk bulunur. Bu bölgede hiç basil hücresi bulunmazken koni hücreleri yoğun olarak bulunur. Bakılan cismin görüntüsü gözün kırıcı yapıları tarafından bu bölgeye odaklanır. Retinanın arka bölümünde Fotoreseptör hücrelerin bulunmadığı optik disk adında bir bölge bulunur. Kör nokta olarak bilinen bu bölgede optik sinir ve göze ait damarlar bulunur.
Gözün Kamaraları ve Göz İçi Sıvılar
Göz dışta 3 tabaka tarafından çevrili ve içi büyük oranda sıvıyla dolu bir küredir. Gözü oluşturan yapılar kürenin içinde kamara adı verilen üç adet boşluk meydana getirir. En öndeki boşluk kornea ile iris arasında bulunan ön kamaradır. İris ile siliyer cisim arasında ise arka kamara bulunur. Bu iki boşluk siliyer cisim tarafından üretilen hümör aköz adındaki sıvıyla doludur. Lens ile retina arasında göz hacminin büyük bölümünü oluşturan vitröz boşluk bulunur. Bu boşluğu hümör vitröz adındaki jelatinöz kıvamda büyük oranda sudan meydana gelen bir sıvı doldurur. Göz içi sıvılar göz küresinin şeklini korumasını ve göz içi yapıların stabil şekilde kalmasını sağlar.
Gözün Yardımcı Yapıları
Göz küreleri orbita adı verilen, koni şeklindeki, kafatası kemikleri ile çevrelenmiş bir çift çukurda bulunur. Orbitaların arka bölümünde optik sinir ve damar yapılarını geçtiği bir açıklık vardır. Gözler ön bölümde göz kapakları (palpebrae) ile anatomik olarak korumaya alınmıştır. Göz kapaklarını dış yüzü deri, iç yüzü conjunctiva ile örtülüdür. Ayrıca yine göz kapaklarının yapısında bulunan meibom bezleri yaptıkları salgıyla gözyaşının üzerinde yağlı bir tabaka oluşturarak gözyaşının dışarıya akmasını engeller ve gözü kurumaktan korur. Göz kapaklarının uç bölgesinde kirpikler(cilia), göz kürelerinin üst bölgesinde frontal kemiğin üzerine denk gelen bölgede ise kaşlar (supercilium) bulunur. Bunun yanında orbitaların üst lateral bölgesinde yerleşim gösteren göz yaşı bezleri (gl. lacrimalis) salgıladıkları göz yaşı ile gözün sürekli nemli kalmasını sağlar.
Nasıl Görürüz?
Aşama 1: Işığın Göze Girişi ve Kırılması
Çevreden göze gelen ışık ışınlarının gözde ilk karşılaştığı yapı korneadır. Havadan korneaya giren ışınlar hava ile korneanın kırıcılık indislerinin farklı olması sebebiyle kırılmaya uğrar. Işınlar kırılmaya uğradıktan ve korneayı geçtikten sonra korneanın arkasındaki gözün ön ve arka kamarasını dolduran hümör aköz adındaki sıvıya girer. Kornea ile hümör aközün kırıcılık indisleri farklıdır. Dolayısıyla ışınlar bu geçiş sırasında da bir miktar kırılmaya uğrar. Hümör aköz içerisinde ilerleyen ışınların sonraki durağı pupilladır.
Aşama 2: İris ve Pupilladan Geçiş
İris; kornea ile lens arasında bulunan, yapısındaki sirküler kaslar sayesinde göze giren ışık miktarını ayarlayabilen yapıdır. Göze gereğinden fazla ışık geldiğinde iris yapısındaki sfinkter kası sayesinde pupillayı (irisin ortasındaki açıklık) daraltır ve göze ulaşan ışığı azaltır. Göze yetersiz ışık geldiğinde ise irisin yapısındaki dilatör kas kasılarak pupillayı genişletir ve göze ulaşan ışık miktarını arttırır. İrisin bu özelliği gözün karanlık ve aydınlık ortamlara uyumunu sağlar. Işık ışınları irisin ortasındaki pupilladan geçtikten sonra merceğe ulaşır.
Aşama 3: Işığın Mercekten Geçişi
Havadan korneaya oradan da hümör aköze giren ışık ışınları pupilladan geçtikten sonra göz merceğine ulaşır. Göz merceği ışığı uygun miktarda kırarak retinanın üzerine odaklamakla görevlidir. Göze 6 metreden daha uzaktan gelen ışınlar göz merceğinin herhangi bir şekil değişikliğine gerek kalmaksızın retina üzerine odaklanır. Ancak 6 metreden daha yakın bir mesafeden göze ulaşan ışınların retinada odaklanabilmesi için lensin ışınları daha fazla kırması gerekir. Bunun sağlanması için lensi geren siliyer kas gevşer. Bu sayede serbest kalan lens kalınlaşır ve ışınlar daha fazla kırılmaya uğrar. Sonuçta lensin kalınlığı ayarlanarak görüntü retina üzerine odaklanmış olur. Lensin kırıcılığının bu şekilde değiştirilmesi akomodasyon olarak adlandırılır.
Işık göze korneadan girdiği andan retinaya ulaştığı ana kadar toplamda 59 diyoptrilik bir kırma gücüyle karşılaşır. Bu kırma gücünün kabaca 2/3’ü kornea 1/3’ü ise lens kaynaklıdır. Lens toplamda 12 diyoptrilik bir kırma gücüne sahiptir. Bu değer yaş ilerledikçe azalır. Buna bağlı olarak ileriki yaşlarda merceğin ışığı kırma gücü ve dolayısıyla gözün yakını görme yeteneği azalır.
Aşama 4: Retina ve Fotoreseptörler
Göze girdikten sonra çeşitli kırılmalara uğrayan ışık ışınları son olarak mercekte kırıldıktan sonra hümör vitröz adındaki göz içi sıvısında ilerleyerek retinada ters şekilde odaklanır. Retina gözün en içte bulunan tabakasıdır ve üzerindeki fotoreseptör hücreler ile ışığı algılama yeteneğine sahiptir. Retinada koni ve basil hücreleri fotoreseptör olarak görev yapar. Yaklaşık 7 milyon adet bulunan koni hücreleri renkli görmeyi sağlarken 120 milyon adet bulunan basil hücreleri gece görüşü için özelleşmiştir ve renksiz görmeyi sağlar. Retinanın arka bölgesinde bulunan sarı nokta (fovea centralis) koni hücrelerini yoğun olarak bulundurur. Bu nokta retina üzerinde görme keskinliğinin en yoğun olduğu ve detaylı görmeye olanak sağlayan bölgedir. Görüntü retina üzerinde sarı noktadan uzaklaştıkça renk algısı ve görüntünün keskinliği kaybolur.
Aşama 5: Görsel Bilginin Değerlendirilmesi
Retina üzerinde fotoreseptörlerle algılanıp elektriksel sinyallere çevrilen ışık, optik sinir vasıtasıyla beyne iletilir. Beynin gözden gelen verileri işleyen başlıca bölgesi oksipital lobda bulunan primer görme korteksidir. Ancak görme, beynin farklı bölgelerinin aktif olarak rol aldığı kamaşık bir işlemdir. Gözden beyne iletilen elektriksel sinyaller beyinde kontrast, açı, renk, hareket, doğrultu gibi görsel bilgiyi meydana getiren çeşitli nitelikler bakımından analiz edilir ve ortaya çıkan görüntü insan bilincine yansıtılır.
Kulak
Kulak vücutta işitme ve denge duyularını algılamaktan sorumlu bir organdır. Vestibulokohlear organ olarak da adlandırılabilir. Kulağın en temel görevi havada yayılan ses dalgalarını algılamak ve beyne iletmektir. Aynı zamanda vücut dengesinin sağlanmasında da etkilidir. Yapısındaki özel reseptörler sayesinde vücudun o anki durumuyla ilgili beyne veri sağlar ve dengenin sağlanmasına yardımcı olur. Kulak yapısal olarak dış kulak, orta kulak ve iç kulak olmak üzere 3 bölüme ayrılır. Kulağın her 3 bölümü işitme fonksiyonu ile ilişkiliyken denge ile ilgili bölümü iç kulakta bulunur.
Kulağın Yapısı
Dış Kulak
Dış kulak havada yayılan ses dalgalarının kulakta ilk karşılaştığı bölümdür. Dış kulak, kulak kepçesi ve dış kulak yolundan oluşur. Kulak kepçesi, kulak memesi hariç tek parça elastik kıkırdaktan oluşur. Üzerinde çeşitli kıvrımlar bulunur. Kulak kepçesinin temel görevi havada yayılan ses dalgalarını toplayarak dış kulak yoluna iletmektir. Kulak kepçesinin bir diğer görevi de sesin önden mi yoksa arkadan mı geldiğinin algılanmasına yardımcı olmasıdır.
Ses dalgaları kulak kepçesinden dış kulak yoluna iletilir. Dış kulak yolu 2,5 cm uzunluğa sahip bir kanaldır. İlk 1/3 kısmı kıkırdak, kalan 2/3 kısmı ise kemik yapıdadır. Dış kulak yolu tam olarak düz bir seyir izlemez. Kıkırdak parçası yukarı ve öne, kemik parçası aşağı ve arkaya devam eder.
Dış kulak yolunu geçen ses dalgaları yolun sonunda kulak zarıyla karşılaşır. Kulak zarı 8-10 mm çapında, oval şekilli, yarı saydam bir zardır. Dış kulak yolunun sonunda yatayla 55 derecelik bir açı yapacak şekilde bulunur. Kulak zarına çarpan ses dalgaları zarı titreştirir. Kulak zarı titreşimleri orta kulağa iletir.
Orta Kulak
Orta kulak kulağın dış kulaktan sonra gelen ikinci bölümüdür. 0,5 cm3 hacme sahiptir. Orta kulakta sesin iletimi katı yoluyla gerçekleşir. Ses dalgalarının titreştirdiği kulak zarı orta kulakta bulunan 3 adet kemiğin titreşmesini sağlar. Kulak zarının ardından sırasıyla çekiç, örs, üzengi (bilimsel isimleri malleus, incus, stapes) adındaki 3 kemik titreşir. Kemiklerin sırasıyla titreşimleri birbirlerine iletmesiyle titreşimler orta kulakta ilerlemiş olur.
Orta kulakta bulunan kemikler iletim sırasında ses şiddetinin ayarlanmasında etkilidir. Bu kemiklere tutunan kaslar sayesinde çok şiddetli seslerin şiddetinin azaltılması ve düşük şiddetli seslerin de şiddetinin arttırılması sağlanmış olur.
Orta kulak, hava basıncının ayarlanabilmesi için östaki borusu adındaki bir kanalla burun boşluğunun arkasındaki farinkse açılır. Östaki borusu ortalama 3,5 cm uzunluğa sahiptir. Normal durumda kapalı olan östaki borusu yutkunma sırasında kasların etkisiyle açılır ve atmosfer basıncı ile orta kulak basıncının dengelenmesi sağlanır.
İç Kulak
İç kulak kulağın üçüncü ve son bölümüdür. Kafanın iki yanında bulunan temporal kemiklerin iç kısımlarında bulunur. Temporal kemiğin içindeki oluk ve boşluklar zar yapısı ile çevrelenmiştir. Kemikten oluşan dıştaki bölüm “kemik labirent”, zardan oluşan içteki bölüm zar labirent olarak adlandırılır. İç kulak vestibulum, cohlea ve semisirküler kanallardan meydana gelir. Kohlea işitme ile ilgili, vestibulum ve semisirküler kanallar ise denge ile ilgili yapılardır.
İç Kulağın İşitme Bölümü
Dış kulak ve orta kulağı geçen ses dalgalarının son durağı iç kulakta bulunan kohlea (salyangoz) olur. Kohlea bir nokta etrafında 2,75 tur dönen kanal yapılarından oluşur. Orta kulağın titreşen son kemiği olan stapes, kanal yapısının başlangıcında bulunan oval pencere ile komşudur. Stapesin titreştirdiği oval pencere kohlea kanalları içinde bulunan perilenf sıvısının dalgalanmasına neden olur. Perilenf sıvısının dalgalanması sıvının komşu olduğu korti organındaki reseptör hücrelerce algılanır. Perilenf sıvısındaki dalgalanma kanalın sonundaki yuvarlak pencerede sönümlenir.
İç Kulağın Denge Bölümü
İç kulakta bulunan vestibulum ve semisirküler kanallar vücudun dengesinin sağlanmasında etkilidir. Vestibulum içerisinde utriculus ve sacculus adında endolenf sıvısı ile dolu iki kese bulunur. Utriculus ve sacculus üzerlerinde taşıdıkları reseptör hücreler sayesinde endolenf sıvısının hareketlerinden faydalanarak vücudun doğrusal hareketlerini algılar ve denge ile ilgili refleks hareketlerin oluşmasını sağlar. Utriculus ön-arka doğrultudaki hareketleri (fren yapan araba vb.), sacculus ise yukarı-aşağı doğrultudaki hareketleri (hızlanan asansör vb.) algılamak üzere özelleşmiştir.
İç kulakta utriculusun arka bölümüyle bağlantılı 3 adet dairesel şekilli kanal bulunur. Her biri diğeriyle dik açı yapacak şekilde yerleşen bu semisirküler kanallar başın dönme hareketini içlerindeki sıvının hareketinden faydalanarak algılar. Hareketin belirlenmesinde kanalların ampulla adındaki genişleme bölgelerinde bulunan jelatinöz kıvamlı hassas reseptör birimleri (çapula) görev alır.
Nasıl Duyarız?
Sesin Kulağa Girişi
Havada yayılan ses dalgalarını kulakta karşılayan ilk yapı kulak kepçesidir. Kulak kepçesi özel yapısı sayesinde ses dalgalarını toplayarak dış kulak yoluna iletir. Dış kulak yolu 2,5 cm uzunluğa sahip bir kanaldır ve sonunda kulak zarı bulunur. Dış kulak yolunu geçen ses dalgaları kulak zarına çarparak titreşmesini sağlar.
Titreşen kulak zarı titreşimleri bağlantılı olduğu orta kulaktaki malleus kemiğine iletir. Malleus incusu, incus stapes kemiğini titreştirir. Son sırada bulunan kemik stapes oval pencere ile bağlantılıdır. Oval pencerenin titreşmesi iç kulakta bulunan perilenf sıvısının titreşmesine neden olur. Perilenf sıvısında oluşan dalgalar korti organı adındaki reseptör birimi sayesinde beyne iletilecek elektriksel sinyallere çevrilir. Oluşan ileti beyne kohlear sinir vasıtasıyla taşınır.
Sesin İşitilmesi
Frekans ve şiddet sesin başlıca 2 özelliğidir. Frekans kavramı ses dalgalarının 1 saniyedeki tekrarlama sayısını ifade ederken şiddet ise ses dalgasının yüksekliğini ifade eder. Sesin insan tarafından işitilmesi her iki ses özelliğinin de kohlea (salyangoz) tarafından algılanarak beyne bildirilmesi ile mümkün olur. Titreşimlerin kohlea kanalları içerisindeki perilenf sıvısına etkisi baziller membran üzerinde bulunan korti organı tarafından algılanır. Korti organı üzerinde bulunan tüy hücreleri baziller membranın titreşimlerinin etkisiyle bükülür. Bükülmeler sonucu tüy hücrelerinde elektriksel potansiyel meydana gelir. Bunun sonucunda ses dalgaları elektriksel sinyallere dönüştürülmüş olur. Sinirsel impulsların beyinde değerlendirilmesi işitmenin gerçekleşmesini sağlar. Sesin algılanması için geçen tüm süre 0,05 saniyedir.
Kulağın Duyma Aralığı
Her duyu organında olduğu gibi kulak da algılama sınırlarına sahiptir. Her ışığı göremediğimiz, her kokuyu alamadığımız gibi her sesi de duyamayız. Sesin kulak tarafından algılanması, sesin sahip olduğu frekans ve şiddet değerleriyle alakalıdır. İnsan kulağı her şiddet değeri için belirli aralıktaki frekansları algılayabilir. Benzer şekilde her frekans değeri için de belirli şiddetteki sesler işitilebilir.
Kulağa ulaşan ses dalgalarının şiddetinden bağımsız olarak insan kulağının algılayabileceği en geniş frekans aralığı 20 – 20.000 Hz aralığındadır. Frekanstan bağımsız olarak işitilebilen ses şiddeti ise 0 -130 desibel aralığındadır. Daha yüksek şiddete sahip seslerde işitme kaybı olacağından kulak bundan sonraki sesleri algılayamayacaktır.
Burun
Burnun Yapısı
Solunum sisteminin başlangıç organı olan burun, kabaca yüzün önünde bir çıkıntı ve iç kısmında bulunan burun boşluğundan meydana gelir. Burnun dışarıya doğru çıkıntı yapan bölümü üst kısımda bir çift kemikle (os nasale) desteklenir. Alt ve uç bölümde ise kıkırdak yapılar burnun desteklenmesi ve stabilizasyonunda görev alır. Burun, birbirinden septum nasi adındaki bir orta bölmeyle ayrılan iki burun deliğiyle başlar. Bu delikler havanın burun boşluğuna giriş kapısıdır. Burna dışarıdan bakıldığında kemik ve kıkırdaklarla desteklenmiş, iki bağımsız deliğe sahip bir çıkıntı görülür. Bu çıkıntının bir tepesi (apex nasi), bir sırtı (dorsum nasi) ve bir kök bölümü (radix nasi) vardır.
Burun dışarıya doğru yaptığı çıkıntının yanı sıra kafanın içine doğru uzanan bir de boşluğa sahiptir. Bu boşluk burun deliklerinden başlayacak şekilde önden arkaya doğru uzanan bir ara duvarla ikiye ayrılır. Oluşan iki boşluğun yanal duvarlarında konka (concha) adı verilen çıkıntılar bulunur. Burunda üst, orta ve alt şeklinde sıralanan ve kemiklerle desteklenen 3 çift konka yapısı vardır. Konka yapıları burun boşluğunun sahip olduğu yüzey alanını arttırarak solunan havanın daha etkili ısıtılmasına yardımcı olur. Burun boşluğunu yanal duvarlarında çeşitli açılma delikleri bulunur. Bu delikler kafatasındaki sinüslerin burunla olan bağlantısını sağlar. Ayrıca gözden toplanan gözyaşı da bir çift delikle burun boşluğuna boşaltılır.
Burnu ortadan ikiye ayıran septum, burun boşluğunun arka bölümünde son bulur. Burun boşluğu kohana (choanae) adındaki iki açıklıkla nazofarinkse açılır.
Burnun Solunum Görevi
Burun solunum sisteminin başlangıç organıdır. Akciğerlerde azalan basınçla birlikte dışarıdan gelen hava akciğerlere ulaşmak için ilk olarak burundan geçer. Burun akciğerlere gidecek olan havanın zararsız hale getirilmesi görevini üstlenir. Öncelikle havada bulunan büyük boyutlu (>5nm) tozlar burnun girişinde bulunan kıllar vasıtasıyla tutulur. Burun boşluğunun mukusla kaplı yapısı da havadaki partiküllerin tutulmasını sağlar. Böylece tozların akciğer alveollerinde birikerek solunumu engellemesi önlenmiş olur. Burun boşluğundaki konka yapıları burun boşluğunun yüzey alanını arttırarak havanın burun iç duvarıyla daha fazla temas etmesini ve ısınmasını sağlar. Bunun yanında burnun nemli iç yüzeyi kuru havanın nemlenmesini sağlar ve daima nemli kalması gereken solunum yollarının kurumasına engel olur.
Burnun Koku Alma Görevi
Çeşitli kaynaklardan yayılan koku molekülleri (odorantlar) burundaki özel nöronlar vasıtasıyla algılanır ve koku bilgisi beyne iletilir. Koku, burun boşluğunun üst kısmında bulunan olfaktör bölge ile algılanır. Koklama sırsında buruna fazla hava çekmek daha fazla koku molekülünün olfaktör bölgeye ulaşmasını sağlar. Buruna çekilen havada bulunan koku molekülleri önce bowman hücrelerinden salgılanan mukusta çözünür. Mukusta çözünen moleküller bölgedeki sinir hücrelerini uyarır. Sonuçta sinir hücrelerinde bir aksiyon potansiyeli meydana gelir ve bu impuls olfaktör sinir ile beyne iletilir. Beyinde bilginin değerlendirilmesi ile koku algısı oluşur.
Burnun olfaktör bölgesindeki reseptörler 5000 farklı kokunun ayırt edilmesine olanak tanır. 5000 farklı kokunun algılanması için ise 500 farklı reseptör aktif olarak görev yapar. Az sayıda reseptörün çok sayıda koku molekülünü ayırt etmesi, aynı koku molekülünün farklı reseptör kombinasyonlarını uyarması ile mümkün olur.
Hapşırma Refleksi
Hapşırma burun mukozasında irritasyon (toz, alerjen vb.) varlığında ortaya çıkan bir reflekstir. Hapşırma sırasında akciğerlerdeki hava saatte 160 kilometreyi geçebilen hızlarda ağız ve burundan dışarı çıkar. Bu şekilde burundaki irritasyon uzaklaştırılmaya çalışılır. Ayrıca soğuk hava da hapşırmaya neden olabilir. Ancak hapşırmaya neden olan sebeplerden en ilginci ışıktır. Fotik hapşırma denilen durumda göze gelen ışınların optik siniri uyarmasıyla hapşırma refleksi tetiklenebilir.
Dil
Dil kaslar ve mukozadan oluşan bir organdır. Ağız içerisinde bulunur ve sindirimde görev alır. Ağza alınan besinlerin etkili şekilde çiğnenmesi ve yutulmasında etkilidir. Dilin yapısı incelendiğinde üst yüzeyinde çok sayıda papilla adı verilen tomurcuk bulunduğu görülür. Papillalar tat tomurcukları olarak da bilinir ve tat algılanmasında görev alır. Dil yüzeyinin farklı bölümleri farklı türde papillalar ile döşelidir. Ayrıca insan dilinin yapısı farklı kaslardan oluşur. Birer çizgili kas olan dil kasları temel olarak dilin yapısını oluşturur ve dile hareket yeteneği kazandırır. Konuşma esnasında harfleri telaffuz etme ve besinleri yutma işlemleri dil sayesinde mümkün olur. Dil; tat alma, çiğneme, konuşma gibi farklı fonksiyonları bulunan bir organdır.
Dilin Yapısı
Dil yaklaşık 10 cm uzunluğunda 60-70 gram ağırlığında bir kassal hidrostattır. Dil anatomik olarak kök, gövde ve tepe kısımlarından oluşur. Kök kısmı kaslar vasıtasıyla hyoid kemiğe tutunur. Tepe kısmı ön dişler ile temas eden uç kısımdır. Dilin kök ile tepe kısmı arasında gövde kısmı bulunur.
Dilin alt tarafında frenulum adında bir doku uzantısı bulunur. Frenulum dili ağız tabanına bağlayarak dilin hareketlerini kısıtlar. Frenulum tabanında bulunan caruncula sublingualis adındaki çıkıntı submandibular tükürük bezlerinin açılma deliklerini bulundurur.
Dilin üst yüzeyine “dorsum lingua” yani dil sırtı adı verilir. Dil sırtı medial sulcus tarafından ön arka doğrultuda simetrik olarak ikiye ayrılır. Dil sırtının arka bölümünde ise sili enine kesen terminal sulcus bulunur. Terminal ve medial sulcusların kesişme noktasındaki çukur alan “foramen caecum” olarak adlandırılır.
Nasıl Tat Alırız?
Dilin besinlerin tadını algılaması dil papillaları üzerinde bulunan tat tomurcukları sayesinde mümkün olur. Ortalama bir insan dili üzerinde 10.000 adet tat tomurcuğuna sahiptir. Sıvı içerisinde çözünmüş olarak dil üzerinde bulunan kimyasal maddeler tat tomurcuklarındaki reseptör hücreleri uyarır. Her tat tomurcuğu 10-50 adet reseptör hücreye sahiptir. Reseptör hücrelerin uyarılması ile oluşan sinirsel uyarılar beyinde değerlendirilerek ağızdaki maddelerin tadı algılanır. Besinlerin tadının algılanmasında koku duyusu da etkili olur. Dilin yüzeyinin her bölgesi bütün tatları algılayabilse de belirli bölümleri bazı tatlara daha hassastır. Dilin arka bölgesi acıya, yan bölgeleri ise tüm tatlara daha duyarlıdır.
İnsan Dili Kaç Farklı Tadı Algılar?
Tatlar insanoğlunun deneyimlerine dayanarak 5 farklı gruba ayrılmıştır (acı, ekşi, tatlı, tuzlu, umami). Ancak ağıza alınan besinlerin ağızda oluşturabileceği binlerce farklı tat kombinasyonu bulunabilir. Ayrıca ağızdaki kimyasalın sıcaklığı, kokusu gibi pek çok parametre de tat duyusu üzerinde etkili olur. Tüm parametreler düşünüldüğünde doğada hissedilmeyi bekleyen milyonlarca farklı tat deneyimi bulunur. İnsan dilinin 5 temel tattan 100.000 farklı aromayı ayırt edebildiği düşünülmektedir.
Deri
Deri insan vücudunu tepeden tırnağa saran ve insan hayatının devamı için önemli görevler üstlenen bir organdır. İnsan vücudunu tamamen örtmesi sebebiyle deri için örtü sistemi tanımlaması da kullanılır. Kişiden kişiye değişmekle birlikte yetişkin bir insanda deri 10 kilogramlık bir ağırlık ve 2 m2’lik bir yüzey alanına sahiptir. Bu boyutlarıyla deri vücudun en büyük organı olma özelliğini taşır. Deri temelde vücut için basit bir görev üstlenir. Amacı vücudu dışardan gelebilecek her türlü fiziksel ve kimyasal zararlı etkiye karşı korumaktır. Ancak daha derinlemesine incelendiğinde duyu algılamadan hormon sentezine kadar pek çok farklı görevi yürüttüğü ve vücutta homeostazın sağlanmasında olmazsa olmaz olduğu görülecektir.
Üstlendiği önemli görevlerin yanı sıra deri çeşitli eklentilere de sahiptir. Kıl, bez ve tırnak yapıları derinin eklentilerini oluşturur. Deri ve eklentileri ortak embriyonik kökenden gelişir (ektoderm) ve benzer yapıya sahiptir. Ancak deri ve eklentiler vücut bütününde homojen bir dağılım göstermez. Derinin rengi ve kalınlığı vücut bölgelerinde farklılıklar gösterebilir. Benzer şekilde kıl, bez ve tırnak yapıları da vücut yüzeyinde homojen olarak dağılmaz.
Derinin İşlevleri
Koruma: Derinin sahip olduğu en temel görev koruma görevidir. Vücudun dışarıdan gelebilecek her türlü zararlı etkiden korunması deri sayesinde mümkün olur. Dış ortamdaki kimyasal maddeler, mikroorganizmalar ve düşük şiddetli fiziksel travmalar deri tarafından engellenir. Deri dış ortamın soğuk veya sıcağına karşı da etkin bir koruma sağalar. Ayrıca vücut için zararlı olan ultraviyole ışınları da deri tarafından büyük oranda engellenir.
Termoregülasyon: İnsan vücudunun sıcaklığı belirli bir değerde sabit olmak zorundadır. Vücut sıcaklığının sabit tutulmasında deri önemli bir organdır. Özellikle insanın sahip olduğu terleme yeteneği vücut sıcaklığının düşürülmesinde son derece etkilidir. Deride vücut yüzeyine yakın seyreden damarların genişlemesi (vazodilatasyon) ve daralması (vazokonstriksyon) vücut sıcaklığının sabit tutulmasında görev alır.
Duyu Algılama: Deri dokunma, ağrı, sıcaklık duyularını algılayan reseptörleri üzerinde bulundurur. Deriye temas eden nesnelerin şekil, sertlik, sıcaklık gibi özellikleri bu reseptörler vasıtasıyla algılanır. Bu sebeple çevrenin algılanmasında deri önemli bir yere sahiptir.
Vitamin Sentezi: Vücutta üretilen D vitamininin yaklaşık %90’ı deride sentezlenir. Bu sentez sırasında Güneş ışınlarından faydalanılır. Deri, vitamin sentezinin yanı sıra çeşitli endokrin işlevlere de sahiptir.
Diğer Görevler: İmmünolojik defans, yara iyileşmesi, detoksifikasyon ve tuz atılımı derinin görevlerinden bazılarıdır.
Derinin Yapısı
Deri histolojik olarak birbirine sıkıca tutunmuş 3 tabakadan meydana gelir. En dışta bulunan tabaka epidermis olarak adlandırılır. Epidermis kendi içinde 5 tabakaya daha ayrılabilir. Yapısında keratinosit hücreleri yoğun olarak bulunur. Bu hücreler epidermisin en alt katmanında mitozla oluştuktan sonra üst katmanlara doğru göç eder ve 20-30 günlük bir süre içerisinde ölür. Ölü hücreler derinin en yüzeyel ve ölü tabakasını meydana getirir. Ölen hücreler zamanla deriden dökülür ve dökülen hücrelerin yerini yenileri alır. Saç derisinden dökülen hücreler kepek olarak adlandırılır. Keratinositlerin dışında epidermiste melanositler, Merkel hücreleri ve langerhans hücreleri de bulunur.
Derinin ortada bulunan tabakası dermis olarak adlandırılır. 2 farklı histolojik tabakadan oluşan dermis ortalama 1-2 mm kalınlığındaki bağ dokusundan oluşur. Dokunma basınç sıcaklık gibi duyuları algılamak üzere çeşitli reseptörleri yapısında bulundurur. Dermiste bulunan damarlar hem kendisinin hem de epidermisin beslenmesinde görev alır. Bu damarların genişleyip daralması deriden ne kadar ısı kaybedileceğini de belirler. Derinin en derin tabakası hipodermistir. Deriyi altta bulunan dokulara bağlayan bir bağ dokusu özelliğindedir.
Deri Rengi
Deri rengi kalıtsal bir özelliktir. Deri rengini belirlenmesinde en önemli etken derinin içerdiği melanin miktarıdır. Epidermisteki melanositler tarafından üretilen melanin pigmenti hücre dışına salınır ve epidermis hücrelerine geçer. Bu sayede epidermis -dolayısıyla deri- koyu bir görünüme sahip olur. Beyaz insanlar derilerinde daha az, esmerler ise fazla melanin pigmentine sahiptir. Derideki kan damarları da deri renginin oluşmasına katkı sağlar.
Derinin güneş ışığına maruz kalması melanosit miktarını ve melanin üretimini arttırır. Sonuçta deri daha koyu görünmeye başlar. Bronzlaşma bu şekilde gerçekleşmiş olur. Bronzlaşma, derinin zararlı güneş ışınlarına karşı koruma sağlamak için verdiği bir yanıttır.
Derinin Eklentileri
Bezler
Vücuttaki bazı bölgeler dışında derinin her tarafında çeşitli bez yapıları bulunur. Bezler yaptıkları salgılarla çeşitli işlevleri yerine getirirler. Deride yağ bezi, ter bezi ve süt bezi olmak üzere üç tipte bez yapısı bulunur. Yağ bezleri, yağ içerikli salgılarını genellikle kıllar vasıtasıyla deri yüzeyine salgılar. Bu salgı derinin kurumasını ve deriye su girişini engeller. Ter bezleri yaptıkları salgılarla vücut sıcaklığının korunmasına katkı sağlar. Ayrıca terde üre, amonyak, tuz gibi çeşitli metabolitler ve iyonlar da bulunur. İnsan vücudunda 2 milyon kadar ter bezi bulunmaktadır. Süt bezleri süt salgısı üretmekle görevlidir. Bu bezlerin gelişimi cinsiyetler arasında farklılıklar gösterir.
Kıllar
El ayası ayak tabanı gibi birkaç bölge dışında derinin her bölgesinde kıl bulunur. Kıllar kök ve gövde kısımlarından oluşur. Görülebilen gövde kısmı ölü hücrelerden oluşmasına rağmen kökteki hücrelerin yenilenmesiyle sürekli uzar. Kılların rengi de deride olduğu gibi melanin miktarıyla ilişkilidir. Kılların kök kısmına tutunan kaslar sempatik uyarılma ile kasılarak kılın dikleşmesini sağlar. Bu dikleşme üşüme veya duygusal durum sebebiyle gerçekleşebilir.
Tırnaklar
Tırnaklar parmak uçlarının arka yüzünde bulunan sert, keratin plaklardır. Görülebilen gövde kısmı ve deri içerisine gömülü kök kısmından oluşur. Tırnağın pembemsi rengi tırnak yatağında bulunan bol damarlı yapıdan kaynaklanır. Tırnaklar haftada 1mm kadar uzar.
Esenlikler ile kalmanız temennisi ile hoşçakalın. Sağlık ile kalın.